Ankara hükümeti, hiç değilse, saltanatın kaldırılmasından beri zaten cumhuriyetti. Şu halde cumhuriyetin 29 Ekim 1923 tarihinde ilanı neyi ifade ediyor?
Osmanlılar, Cihan Harbi adındaki 4 sene süren bir hengâmenin ardından, asırlardan beri uğramadıkları ve hiç beklemedikleri bir felâkete uğradılar. Pâyitaht İstanbul işgal edildi. O sıralar Osmanlı rejimi, taçlı demokrasi idi. Bu enkaz senesinde tahta çıkan Sultan Vahîdeddin, bu hâdiselerden mesul gördüğü Meclisi feshetti. İttihatçı ileri gelenler, müsait vasatta tekrar dönmek üzere yurt dışına kaçtılar. Geri kalanların bir kısmı Anadolu’ya geçti. Bir kısmını ise İngilizler Malta’ya sürdü.
Devletin reisi kim?
Mukavemet hareketlerini teşkilatlandırıp, İstanbul’un müttefiklere karşı elini güçlendirmek üzere ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya gönderilen Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da muvakkat bir hükümet kurdu. Seçimler yapıldı ve Osmanlı Meclisi, 1920’de İstanbul’da tekrar toplandı. Mustafa Kemal Paşa, mebus seçildiği halde, istikbalde olacakları bilircesine gitmedi. O, meclisin Ankara’da ve kendi kontrolünde olmasını istiyordu. Yine de mebusların ekseriyeti, Ankara’nın desteklediği şahıslardı. Bunlar, Ankara’nın süfle ettiği Misak-ı Millî denilen ve ülkenin sınırlarına dair bir kararı kabul edince, İngilizler meclisi dağıttı. Mebuslar, Ankara’ya geçti ve yeni meclis 23 Nisan 1920’de burada toplandı. Mustafa Kemal’in istediği oldu. Ankara, adeta bu meclisin dağıtılması için elinden geleni yapmıştı.
Bekle-gör siyaseti çerçevesinde İngilizler, Ankara’nın yıldızının parladığını görünce, Malta esirlerini serbest bıraktılar. Bunlar Ankara’ya katıldı. İngilizler, Meclisin Ankara’da toplanmasını ellerinden geldiği halde, engellemediler. Böylece Ankara’da, bir Yeni-İttihatçı hareketi meydana geldi. İngilizler, saltanatın defterini çoktan dürmüştü. Dünyanın dörtte birine hâkim bulunan ve ehemmiyetli Müslüman nüfusa sahip İngiltere, 19. asırda politikasını halifeliğin gücünün azaltılması ve kaldırılması üzerine yoğunlaştırmıştı. Siyasî ibre Ankara’ya dönünce de, Londra, artık desteğini gizlemez oldu.
Bu devirde Ankara’daki rejim, meclis hükümeti sistemidir. Kabine ve yargı, doğrudan meclise bağlıdır. Mustafa Kemal, İsviçre’de cari bu sistemi, o zamanın şartları çerçevesinde kabullenmiş; ancak bu sistemin otoritesini sınırlayan prensiplerini, çeşitli fırsatları değerlendirerek genişletmiştir. Saltanat kaldırıldığında, Mustafa Kemal Paşa, hem başkumandan, hem de Meclis reisi olarak en güçlü adamdır. Bir yandan Fransız, İtalyan, Rus ve İngilizlerle diyalog yürüterek, cepheyi daraltmış; bir yandan da fırsat düştükçe, muhalif kitleyi tesirsiz hâle getirmeye muvaffak olmuştur.
1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın ilgâsıyla saltanat ve hilâfet birbirinden ayrılarak icrâî salâhiyeti bulunmayan sembolik halifelik tesis edildi. Veliahd Abdülmecid Efendi Ankara’daki Meclis tarafından bu makama getirildi. Meclis tarafından hıyânetle suçlanan ve ülkeden ayrılmak zorunda kalan Sultan Vahîdeddin, neşrettiği deklarasyonla anayasa değişikliği sayılan bu kanunun padişahın tasdiki olmaksızın yürürlüğe giremeyeceğini, bu sebeple anayasaya aykırı olduğunu, üstelik saltanat ile hilâfetin birbirinden ayrılamayacağını beyan etti. Böyle bir makamı kabul ettiği için de amcazâdesini kınadı. Artık Ankara, İngiltere ve müttefiklerin tek muhatabı idi. Sulh müzâkerelerine de tek başına katıldı. Ancak halkın, hatta milletvekillerinin nazarında, devletin reisi, İstanbul’daki Halîfe Abdülmecid Efendi idi. Zira İslâm-Osmanlı anayasa hukukuna göre, halife, ruhanî bir makam değil; aynı zamanda devletin reisidir.
Paşalar komplosu
Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın giderek tek otorite olduğunu gören ve vaziyetten şikâyetçi olan bazı arkadaşları, bir arayış içine girdiler. Mustafa Kemal, milletvekilliğinde iki vazifenin birleşmesini mahzurlu gördüğünü söyleyerek, hem kumandan, hem milletvekili olan arkadaşlarının vazifelerinden istifa etmelerini istedi. Bir kısmı askerliği bırakırken; Kâzım (Karabekir), Ali Fuad (Cebesoy) ve Cevad (Çobanlı) Paşaların ordu kumandanlığını tercih etmesi, M. Kemal’i kendine karşı bir askerî komplo kurulduğu vehmine sevk etti. Bunlar sonra kumandanlığı bırakıp, milletvekilliğine dönünce, bu sefer siyasî bir komplo kurulduğuna hükmetti. Zira o zamana kadar hep Gazi’nin namzetlerinin bakan seçildiği Mecliste, bu defa Gazi’nin namzetleri kaybetti. Hele muhalif kanattan Rauf ve Sabit Beylerin kazanması, Gazi'yi çok kızdırdı. Muhalifler, giderek güç kazanıyordu. 1923’te seçim yapılmış; ilk Meclisteki muhalifler ayıklanarak, Gazi’ye sadık milletvekilleriyle toplanmıştı. Meclis cumhuriyetçi idi; yine de çatlak sesler çıkıyordu. Rauf (Orbay), Refet (Bele) ve Adnan (Adıvar) Beylerin 19 Ekim’de halifeyi ziyareti, bardağı taşırdı.
Nutuk’ta bu hâdiseden hayli tedirgin olduğunu anlatan Gazi, kendisiyle ahenkli çalışacak bir hükümet kurulabilmesi için bir kriz planladı. Önce hayli yıpranan başvekil Fethi Bey’in ve Fevzi Paşa dışındaki bakanların istifasını aldı. İleri gelen muhaliflerin şehir dışında olduğu 28 Ekim gecesi, Çankaya’da kendisine sadık yedi kişiyle toplandı. Ertesi günü hükümetin kurulmasını engelleyici konuşmalar yapmalarını istedi. Hepsi dağılınca, İsmet Paşa kaldı. Ona, cumhuriyetin ilanına dair kanun teklifini yazdırttı. 29 Ekim sabahı, olup bitenlerden habersiz Meclis toplandı. Ama bir türlü ekseriyetin desteğini alabilecek bir hükümet listesi hazırlanamadı. Kime gidildiyse, önceden tenbihli oldukları için kabul etmediler. (O zaman bakanları, Meclis seçerdi.) Meclis, son çare Gazi’ye müracaat etti. O da, kanun teklifini Meclise verdi. Buna göre, rejimin adı cumhuriyet olarak konuluyor; başvekili seçme salahiyeti reisicumhura; vekilleri (bakanları) seçme salahiyeti de başvekile veriliyordu. Meclis, teklifi geceleyin düşük bir oyla kabul etti; 264 mebustan, 158’i evet demişti. Anayasa değişikliğinin mutlak ekseriyetle yapılabilmesi hükmü, burada da tatbik edilmemişti. Yakub Kadri’ye göre, mebusların derdi cumhuriyet değil; otoriterleşme ile idi. Basın, cumhuriyetin alelacele ilanına şaşırmıştır. Ancak böylece hem muhalifler sindirilmiş; hem de halifeye haddi bildirilmiştir. Birkaç ay sonra halifelik tamamen kaldırılacak; rejim teminat altına alınacaktır.
Gazi, reisicumhur seçilerek kendisine istisnaî salâhiyetler tanındı. Artık, padişahları bile kıskandıracak şekilde, devlet, hükümet, meclis ve parti reisi olarak, memleketin en yüksek iktidarına sahip pozisyona geldi. Gerçi zihnindeki sistemin öteden beri cumhuriyet olduğu söylenir. Bir Enver Paşa gibi, harbiye nâzırı ve padişah damadı olma teşebbüsleri nazara alındığında, buna pek ihtimal verilemezse de, 1923’de ilan edilen rejimin demokratik bir sistem olduğu da söylenemez. Sultan Hamid istisna edilirse, son asırdaki Osmanlı padişahlarının rolü, modern dünyadaki siyaset üstü devlet reislerinden ileri geçmez. Halbuki cumhuriyet hükümetleri, hep sınırsız güce sahip olmuşlar; şatafatlı hayatlarıyla, padişahları gölgede bırakmışlardır...
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci/29.10.2014