Öteden beri böyle iddialar dillendirilir. Yeni Şafak Gazetesi de günlerdir manşetinde böyle bir iddia seslendiriyor. Üstelik de bazı belgeler yayınlıyor. Fakat ne hikmetse Kemalist kesimin sesi-soluğu çıkmıyor:“Duymadım, görmedim, bilmiyorum” sessizliği içinde “Atam sen kalk da ben yatam” serenadını sürdürüyorlar.
Bu konuda bence en güçlü delillerden biri, Dâhiliye Vekili (İçişleri Bakanı) olarak İstihbarat Teşkilâtı’na da hâkim olan Şükrü Kaya’nın, Atatürk ölüm döşeğindeyken, İsmet Paşa’ya yazdığı mektuptur...
Şükrü Kaya, İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupta, Atatürk’ün hastalığıyla ilgili olarak, “Her şey yolunda seyretmektedir” diyor (hangi iş yolunda? Cumhurbaşkanı ölüyor yahu), “doktorların görevlerini tam yaptıklarından”dem vuruyor ve ekliyor: “Sizi cumhurbaşkanı görme arzusu hepimizde hâsıl olmuştur.”
Söyler misiniz, bunun, İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanı seçilmesi için önündeki en büyük engelin ortadan kalkmak üzere olduğunu söylemekten ne farkı var?
Bu işi otopsi çözer. Çünkü zaten Atatürk otopsi yapılmadan defnedildi (bu da başka bir kuşkulu taraf). Bunun iki nedeni olabilir: Ya bir şeyler saklanmak istendi ya da doktorlar ölüm sebebi konusunda hiçbir kuşkuya kapılmamış (hani doktorlar kuşkulu olurdu?).
Yine de o sıradan bir ölü değil, “Ebedi Şef” unvanlı bir Cumhurbaşkanıydı. Otopsi yapılmalıydı. Bunun yerine alelâcele “tahnit” edilip katafalka konuyor, sonra da geçici kabrine defnediliyor.
Önemli isimlere suikast olmadık şey değil. Bu ihtimalin neden dikkate alınmadığı “kuşkuları” besleyen başka bir faktör...
Büyükada’da istirahat buyuran İsmet Paşa’nın, ölüm döşeğindeki kadim dostunu ziyaret etmemesi de başka ilginç bir nokta olsa gerektir. Geçelim...
Atatürk’ün ölümü ile boşalan cumhurbaşkanlığı koltuğu için kapalı kapılar arkasında İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Şükrü Kaya ve Celal Bayar isimleri dolaşıyor.
İsmet Paşa CHP örgütü tarafından, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ordu tarafından, Şükrü Kaya, Atatürk’ün yakın çevresi ile istihbarat teşkilâtı tarafından, Celal Bayar ise iş dünyasından destek alıyor... İsmet İnönü “devletçi”, Celal Bayar “liberal” olarak tanınıyor.
Gerisini, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı General Asım Gündüz’ün notlarından okuyalım...
“Atatürk’ün ölümü an meselesiydi. Onun yerine kimin cumhurbaşkanı olacağı yazılıyordu. Tartışmalar endişeli bir hal almıştı. Genelkurmay’da bir toplantı yaparak, cumhurbaşkanlığı seçiminde ordu olarak takınacağımız tavrı tespit etmiştik...
“Vardığımız sonuç şuydu: Atatürk ölmüştür, ama onun Millet Meclisi vardır. Cumhurbaşkanı seçme yetkisi Millet Meclisi’ne ait bir iştir.
“Bu toplantıyı öğrenen devrin Başbakanı Celal Bayar, koşa koşa Genelkurmay Başkanlığı’na gelmiş ve kararımızı öğrenmek istemişti. Başbakan yanına girince, Mareşal Fevzi Çakmak beni de çağırttı ve ‘Asım Paşa’ dedi, ‘bak Başbakan beyefendi bizim kararımızı bilmek istiyor, olanları anlatın’...
“Anlattım. Başbakan Celal Bayar ferahlamıştı. O, İsmet Paşa’dan çekiniyor ve İsmet Paşa için karar aldığımızı sanıyordu... Aradan bir iki gün geçmişti. 1. Ordu komutanı Fahrettin Altay geldi ve: ‘Asım Paşa cumhurbaşkanı kim olacak?’ dedi. Olanları tek tek anlattım ve itiraz etti: ‘Olmaz öyle şey’ dedi, ‘madem ki mareşal kabul etmedi, o zaman İnönü cumhurbaşkanı olmalıdır’ dedi. ‘Neden? Bu karar da nereden çıktı?’ (diye sordum). ‘1. Ordu ve tümen komutanları toplandık ve bu kararı aldık’ dedi. ‘Dur dedim, Mareşal’e haber vereyim. Gir içeriye ve derdini anlat’.
“Fahrettin Paşa yanına girince, Mareşal beni de çağırdı: ‘Asım Paşa bak Fahrettin Paşa ne diyor?’
“Vallahi efendim kararımız (seçimi Meclis’e bırakma kararı) demokrasi prensipleri bakımından doğru ve yerindedir. Ancak dünyanın karışık durumu, Nazilerin, faşistlerin ve komünistlerin şahlanmış ihtirasları karşısında Fahrettin Paşa’ya hak vermemek mümkün değil...
“İşte Atatürk ün ölümünden sonra, İsmet İnönü bu şekilde cumhurbaşkanı olmuştur.”
Atatürk bir süre daha yaşasaydı, İsmet Paşa o makama gelebilir miydi acaba?
Rahmetli Başbakan Adnan Menderes, İnönü’nün yüzüne karşı, “O koltuğu gaspettiniz” derken, neyi kasdetmişti?
Bilmiyoruz: Çünkü biz hâlâ “saklı tarih”in çocuklarıyız! Yavuz Bahadıroğlu/yeni akit .11.04.2015