Makina Kafa 1933 yılında, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü münasebetiyle Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından basılan bir kitap var önümde… Adı: “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne: Nasıldı Nasıl Oldu”…
Yani “Osmanlı zama-nında nasıldı, cumhuriyette nasıl oldu?”
“Nasıldı?” tarafını bırakalım, çünkü bu bölüm Osmanlı padişahlarına,Osmanlı Devleti’ne, halkına ve hatta inançlarına hakaretlerle dolu. Mesela, Osmanlı Devleti’nin bu kitaptaki adı: “Köle İmparatorluk”tur. Osmanlı insanının tanımı ise “Örümcek kafalı” biçiminde yapıl-maktadır.
Biz en iyisi “Cumhuriyette nasıl oldu?” bölümüne ba-kalım. Bakalım ki, nasıl olmuş?
Devlet yayını olan ve resmi sıfatları bulunan iki kişi tarafından hazırlanan bu kitabın 21. sayfasında “İnkılâp Türkiyesinin insanı” şöyle anlatılıyor:
“İnkılâp Türkiyesi’nin insanı, ışıklı bir kafa taşır. Bu kafada hiçbir yabancı hayat telâkkisine yer yoktur. Bu kafayı işleten motor inkılâbın yüksek menfaatleridir.”
Anladık da ne türden bir “motor”? Dizel mi, benzinli mi, gazlı mı, elektrikli mi? “Gazlı” olması lâzım, çünkü bu kitap baştan sona “havagazı!”
“İnkılâp insanının kafasında hiçbir yabancı hayat telakki-sine yer yoktur”diyenler tıpkı bir İngiliz gibi, bir Fransız gibi giyinmiş insanlar. Bu yazıları da İngiliz-Fransız alfabesiyle yazmaktadırlar. Aynı zamanda bu in-sanlar,“Batılılaşma” hesabına milli ve dini tekmil değer-lere savaş açmış insanlar. Bu o kadar böyledir ki, aynı kitapta Falih Rıfkı’dan yapılan alıntı ile bu doğrulan-ıyor. Şöyle diyor Falih Rıfkı:
“Tek mektep dokuz yaşındadır. Arap harflerini bilme-yen okumuş çocukların sayısı 400 bini geçti. Dolaba attı-ğımız son feslerin kırmızı çuhaları ve kara püskülleri çü-rüdü... Son medreselinin saçı ağardı. Bizim bütün gençliğimizce süren kavganın adı, eski-yeni kavgası oldu. Bu ad yanlış konmuştur. Bu kavganın asıl doğru adı eski ve yeni değil, iki medeniyet, iki kültür, iki çağ kavgasıdır. Bi-zim ismimiz gâvur, karşımızdakilerin ismi mürteci idi. Haç ve hilal gibi çarpışıyorduk.”
Anladık, ama acaba “haç” hangi tarafa düşüyor?
Anlaşılacağı üzere inkılâbın özü ve özeti, Müslüman milletimizi İslâm Medeniyeti’nden koparıp Batı Uygarlığı’na savurmaktı. Bütün dayatmalar bu uğurda yapılıyor, bunun için sehpalar kuruluyordu.
Bakalım kitapta “laiklik” nasıl açıklanıyor?
“Cumhuriyet Türkiye’sinin cemiyeti laik bir cemiyettir. Fakat bu laiklik sadece din ve dünya işleri arasında, Fransa’da olduğu gibi, bir mütareke mânâsını ifade et-mez. Yani pasif bir laiklik değildir. “
Avrupa’nın laikliği “pasif”, bizimki “aktif” maşallah!
“Aktif laiklik” yüzünden kaç mazlumun ahı alındı, bir düşünün!
Kaç mazlumun yüreği kanatıldı?
“Veminel garaib!”
Şimdi çevirelim sayfayı ve birkaç satır daha okuyalım:
“İnkılâp nizamını yaşatacak unsurları inkılâp maarifi (Milli Eğitim Sistemi)yetiştiriyor. Cumhuriyet Türkiye’sinin bütün maarif teşki-latı memleket çocuklarına inkılâbın emrine kafasını ve canını vermesini öğreten fikir ve bilgi atölyeleridir.”
Cumhuriyet okullarından, devrim uğruna kelle verme-yi öğrenen çocuklar, 1980 öncesinde bir başka devrim (komünist devrim) uğruna canlarını verdiler. Laik cumhuriyeti korumak için yetiştirilenler, “komünist” olup cumhuriyete silah çektiler…
Hattâ Abdullah Öcalan başta olmak üzere Murat Karayılan, Cemil Bayık ve diğer PKK önderleri ile medyadaki, iş dünyasındaki destekçileri böyle bir eğitim sisteminin ürünleri değil midir?..
Acılar çekiyor, tedbirler düşünüyor, ama bir türlü asıl büyük yanlışı nerede yaptığımızı sorgulamıyoruz. Galiba kendimizi sorgulayacak, yan-lışlarımızla yüzleşecek cesaretimiz yok. Ne de olsa cumhuriyet hâlâ“Atatürk cumhuriyeti!” Yavuz Bahadıroğlu/ 03 Ekim Cumartesi 2015