Bugün olanların ışığında Musul’u konuşuyorduk. Lozan’da konuyu çözemedik. BM’de çözemedik. Sonunda İngiltere ile baş başa kaldık…
Musul sorununun halli için İngilizlerle ilk kez 1924 yılında İstanbul’da Haliç Konferansı yapıldı. Bundan da bir sonuç çıkmadı. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” derler ya, İngiltere bu taktiği uygulamış, Musul-Kerkük bir yana, bizden Hakkâri’yi de istemişti.
Tekrar Birleşmiş Milletler… Yüksek Adalet Divanı… Havanda su dövmeler… Derken sıfıra sıfır elde var sıfır.
Nihayet “ver kurtul” politikası yine devreye girdi ve 5 Haziran 1926’da Ankara’da imzalanan Antlaşma ile Musul elimizden çıktı.
Biz sağ, İngiltere selâmet! Milletlerin ağzı bir karış açık: “Türkler hiçbir şey almadan, bu kıymetli petrol yataklarını İngiltere’ye nasıl verir?”
Verdik, ama “hiçbir şey” almadan değil!Musul karşılığında İngiltere bize şapkasını verdi: 25 Kasım 1925’te “Şapka İnkılâbı” yapmıştık. Böyleceşapkayı aldık, Musul’u verdik! Maksat, dostlar alışverişte görsün!
“Şapka” deyip geçmeyelim. Önemini, gelin, Atatürk’ün Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Mahmut Esat’dan (Bozkurt) dinleyelim:
“Şapka giymek ne demek? Bütün ilerlemelerin başında bu mu gelir? Evet ve bunda hiç şüphe edilmemelidir… Şapka giymekle, ilerlemelere mâni olan bu kara engel söküldü, yıkıldı, yerin dibine geçirildi. Büyük yürüyüş yolları açıldı.”
Bir de hatıra naklediyor:
“Atatürk bir gün, lütfen, bu husustaki (şapka inkılâbı hususunda) fikrimi sormuşlardı. O sırada Musul işi, aleyhimize sonuçlandığı için, rahmetli hayli sıkıntılı idi.
“Şu cevabı vermek cesaretinde bulundum: ‘Şapka giymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür!’
“Atatürk hafifçe gülümsedi ve başını bir kaç defa eğerek beni taltif etti.”(Mahmut Esat Bozkurt. Atatürk İhtilâli, s.154-155).
Geçelim…
Peki Musul-Kerkük konusunda bizim açımızdan her şey bitti, geçti gitti mi? Hayır. Kimse üzerinde durmuyor, ama 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması, Türkiye’ye “şartlı müdahale” hakkı tanıyor.
Yani Türkiye, Musul’a müdahale edebilir.
Ancak bu hakkın kullanılabilmesi için, Irak’ın toprak bütünlüğünün ortadan kalkmış olması lâzım.
Irak’ın bugünkü görüntüsünde bir “bütünlük” var mı? Yok. Bir bölümü Amerika’nın, bir bölümü DAEŞ’in, bir bölümü başka bazı unsurların ve devletlerin işgali altında…
Pek kimse dillendirmese de Irak paramparça!..
Toprak bütünlüğü yok…
Her taraf terörize olmuş, yer yer illegal oluşumların kontrolüne geçmiş…
Irak Hükümet Başkanı Amerika’nın genel valisi, Irak Parlamentosu Newyork Şehir Meclisi gibi davranıyor. Ortada “bağımsız devlet” denecek bir şey kalmamış…
Yani her şey karman-çorman…
Tam bir kaos durumu sözkonusu. Bu durumda Türkiye, Musul ve Kerkük’e müdahale hakkını gündeme getirebilir. Başika’daki varlığını da Ankara Antlaşmasına dayandırabilir.
Zira o tablo oluşmuştur.
Türk Dışişleri, antlaşmaları bir daha okumalı ve buna göre pozisyon almalıdır.
Zaten Musul ve Kerkük Misak-i Milli sınırları içindedir. Mustafa Kemal Paşa, 1923 yılında yaptığı konuşmada bölgedeki Misak-i Milli sınırlarını tarif etmiştir:
“Bu hudut İskenderun Körfezi’nin güneyinden, Antakya’dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Carablus Köprüsü’nün güneyinde Fırat Nehri’ne ulaşır. Oradan Deyrizor’a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi içine alır.”
Peki de niçin bırakmıştır?
Yavuz Bahadıroğlu/YeniAkit-10 Ekim 2016