Fiili işgale direnmek, İstanbul’u savunmak
1 Kasım Türkiye'nin siyasi tarihinde bir dönüm noktası olacak. Benzer ifadeler hep söylenir, biliyorum ama iç politikaya, seçime dönük bir yorum değil buradaki kastım. Çünkü bu kırılma, Türkiye'nin geleceğinin şekillenmesini birebir belirleyebilecek etkide olacaktır.
7 Haziran seçimlerinden hemen sonra anladık ki, ya o büyük yürüyüşü devam ettireceğiz ya da Suriyeleşeceğiz. 2 Kasım'da da bu sorunun cevabını arayacağız. Ya yüz yıldır verdiğimiz büyük mücadeleyi kaybedeceğiz ya da yola devam edeceğiz. Bütün önyargılarımızdan, ön kabullerimizden kurtulup bu soruyu kendimize sorduğumuz zaman, bunun ne anlama geldiğini pekala anlayacağız.
Önümüzdeki bu iki seçenekten başka hiçbir yol görünmemektedir.
Türkiye'ye karşı fiili işgal başlatılmıştır!
Bölgesel kaosun sınırlarımızı zorladığı, yer yer içeri girip bazı illerimizde fiili işgal başlattığı ve bu işgalin içeriden yoğun destekaldığı bir dönemdeyiz. Yeniden parçalanmış iktidar günlerine dönüş, merkezin zayıflaması, ülkenin ana hassasiyetinin merkezin dışına itilmesi Türkiye'yi omurgasız bırakıp tamamen savunmasız hale getirecektir.
Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Türkiye için en hayati, öncelikli konu ana omurganın sağlam tutulmasıdır. Bu sağlandıktan sonra her türlü tehdidin üstesinden gelmek mümkündür. O omurga zayıflatıldığı an gözlerimizi Suriye'ye, Irak'a, Ukrayna ya da Mısır'a çevirmekten başka çaremiz kalmayacaktır.
O vahim resmi kaç kişi görüyor?
Kabul edin ya da etmeyin; AK Parti bu anlamda Türkiye'de hemen her toplumsal kesimde yankı uyandıran ana omurgadır. Türkiye'nin her noktasına ulaşabilen tek siyasi harekettir. Siyasi aklı, rakiplerinin çok ötesindedir ve bu kadro dışında yakın dönemde böyle bir idrak ve aklın öne çıkması zor görünmektedir.
AK Parti, çözülmenin daha önce tanık olmadığımız noktalara ulaştığı ülkemiz için bir tutkaldır. Ne kadar öfkeniz varsa, ne kadarnefretiniz varsa, ne kadar eleştiriniz varsa öylece ortada dursun ama bu değişmez bir gerçektir.
AK Parti'nin çekildiği bir Türkiye siyaseti düşünün. Varolanların haline bakın. Bunu yaparken de sadece siyasete bakmayın. Türkiye olarak bakın, ülkeyi geçmiş ve geleceği ile birlikte düşünerek bakın,dünya genelindeki güç kaymalarını göz önüne alarak bakın,coğrafyamızı kasıp kavuran felaketlin sınırlarımıza dayandığı gerçeğiyle bakın.
Büyük bir karamsarlık kaplayacak sizi. Öfkelerinize, günübirlik reaksiyonlarınıza hakim olursanız, bunları biraz olsun susturabilirseniz, gözlerinizi kör eden, zihinlerinizi rehin alan angaryalardan kurtulabilirseniz o vahim resmi görmenize hiçbir engel kalmayacak. AK Partili değil Türkiyeli olup olmamakla alakalı bir hassasiyetten söz ediyorum.
Türkiye'de merkez değişti, buna alışın
Parçalanmış iktidarların kaldıramayacağı bir yük var önümüzde.Mahalle siyasetinin üstesinden gelemeyeceği sorunlar var. Yirmi yıl öncesinin siyasi aklının, kadrolarının yönetmektezorlanacağı büyüklükte bir Türkiye var. Artık Türkiye meselesi, yoksunluklar, mağduriyetler meselesi değildir. Güç meselesidir. Kendi içinde, coğrafyada, küresel ölçekte güç mücadeleleriyle alakalı meselelerdir. Ülke ölçeğinin çok ötesine ulaşabilen bir siyasi vizyon, güçler çatışmasında boy ölçüşebilecek birmaharet meselesidir.
Merkez değişti. Sadece iktidar merkezi, siyasi merkez değil, sosyolojik merkez de, Türkiye'nin bölge ve dünyadaki merkezi de değişti.
Eskinin devlet iktidarının dar toplumsal tabanı genişledi, daha muhafazakar, daha milli olan oldukça geniş kitleler, devletle kucaklaştı. Devlet aygıtı bu toplumsal değişime göre, yeni bir omurgaya kavuştu. Siz bu omurganın sadece AK Parti'nin tabanı mı sanıyorsunuz? Yüzyıllardır devam eden değişerek varolma yeni bir aşamaya girdi ve bu toplumsal taban değişikliği ile devletin ömrü uzatıldı.
Maalesef Türkiye'nin geleneksel siyasi muhalefeti bu değişimi okuyamadı. Bu omurgaya cephe aldı, bunu iç politik rekabet olarak sandı. Bu hata yeni hataları getirdi, bazı siyasi çevreler, terör örgütleriyle ortak resimler vermeye başladı. Galiba hızlamarjinalleşip Türkiye'nin ana omurgasından daha da uzaklaşacaklar.
Artık Türkiye'ye kurşun sıkıyorlar
Sadece siyasi hareketler mi bu hatayı yapıyor, hayır! Eskinin “merkez”inde yer alanların çoğunun savrulduğunu görmüyor musunuz? Medyanın halini görmüyor musunuz?
“Merkez medya”dan merkez siyasete kadar her şeyin ekseni değişti. Askeri stratejilerden devletin siyasi kimliğine, ekonomiden bölge ve dünyaya bakışa kadar bir çok alanda yeni bir siyasi kimlik, pozisyon, perspektif hakim oldu.
Erdoğan düşmanlığı insanı teröre destek verecek ölçüde savurabilir mi? İktidar kavgaları siyasi çevreleri terörle ortak olupTürkiye'ye kurşun sıkacak bir çıldırmışlık noktasına sürükler mi? İşte Suriye'den bölgeye ve Türkiye'ye yayılan yıkıcı tehdit ne kadar büyükse, içerideki bu savrulma da o kadar yıkıcı ve tehditkardır.
“Eski Merkez”i oluşturan çevrelerin hemen hepsinin PKK ile, diğer terör örgütleriyle, terörle ortaklık kurduğu, en azından ona tavır alamadığı, alma niyeti olmadığı ve marjinalleştiği gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Kişisel hınç ve tercihlerin ortak meselelerin çok önüne geçtiği, bir kırık cam hikayesi ile on altı şehidi unutturabildiği bir ülkede, bu çevrelerin ellerindeki etki gücünün bir silah olarak ülkeye, millete yöneldiği bir ülkede herkesin şu an durduğu yerin yeni cümlelerle tanımlanması bir zorunluluktur.
Merkez medya kendi trajik sonunu hazırladı
Bu anlamda merkez medya değişmiştir. Artık ana omurganın hassasiyetlerini temsil etmiyorlar. Devlet iktidarı ile de hızla ayrışıyorlar. Çünkü terör kadar vahim bir ihanete ortak oldular. Onu pazarladılar, savundular, kamufle ettiler, cesaretlendirdiler. Bu öyle bir savrulma ki, bir daha dikiş tutturamayacaklar, yeniden eski pozisyonlarına gelemeyecekler.
Terör üzerinden devlete, millete şantaj yapan, elinde sadece sermaye gücü kalan, o sermaye gücünün de devlet tarafı sallantıda olan bir medya grubunun uzun süre ayakta kalması mümkün olmayacaktır. Bu yüzden de medyada da merkez değişecektir ve değişmeye başlamıştır. O “merkez medya” terör ve kanla, PKK ve DHKP-C ile, ülkeye silah çekmekle kendine trajik bir son hazırlamıştır.
Suriye çokuluslu savaşa dönüşebilir
1 Kasım kırılmadır, evet. Unutmayın, örgütler üzerinden istikrarsızlaştırma, konjonktürel bir olay değildir. En az yirmi yıl bu bölgede böyle devam edecektir. Ülkeler dağıtılacak, haritalar yeniden çizilecektir. Bu harita taslaklarının Türkiye ayağı servis edilmiştir.PKK'ya, DHKP-C'ye, Aydın Doğan medyasına, bazı siyasi çevrelere servis edilmiştir.
Suriye'deki savaşı çok çok dikkatle izlememiz gerekmektedir. Bu savaş bölgeselleşebilir, çokuluslu bir hal alabilir, Türkiye'yi de içine çekebilir.
İlk başlarda muhaliflerle rejim arasındaydı. Sonra örgütler arasında savaşa dönüştü. Muhalif örgütler de birbirine girdi. Doğal muhalefetin yerine yapay olanları, yani IŞİD üretildi. Ardından ülkeler gelecek. Şu an bile örtülü bir ülkeler savaşı yaşanıyor.
Türkiye PKK/YPG ile çevreleniyor..
Türkiye'nin çevresi PKK/PYD ile kuşatılıyor. Maalesef bu kuşatmada Suriye'de karşıt taraflara göre değil Türkiye'ye karşı bir saflaşma söz konusu. PYD'ye destek verenlerin Türkiye'nin müttefikleri olması dikkat çekici değil mi?
Öyle Almanya'nın YPG'lilere silah sağlaması, onların da Suriye'den geçip Türkiye'de şehir savaşlarına girişmesiyle olmuyor bu işler. İngiltere'nin IŞİD'le ilişkilerini sorgulamadan olmuyor bu işler.
Irak ve Suriye'yi tek ülke, bölge, mesele gibi görmezsek, buna göre hazırlıklar yapmazsak ölümcül gerçeklerle yüzleşeceğiz demektir. Irak'ın istikrarsızlığının ödettiği bedeli bir toplayın bakalım ne çıkıyor? Türkiye bu ağır bedele direnebildi ve ayakta kaldı. Hatta ayakta kalmanın çok ötesine geçip ileri adımlar attı ve bu da Batılı dostlarımız tarafından tehdit olarak algılandı.
Suriye'nin yol açacağı orta vadeli bedeli Irak'ta aldığımız yaranın üstüne katıp öyle düşünün.
Fiili işgale direnme zamanı
Hepimiz vatanseverlik ve sorumluluk sınavı veriyoruz. HepimizTürkiyeli olma sınavı veriyoruz. Son üç yılda ardı ardına gelen ve ülkenin direndiği dalgalara iyi bakın. Bir çok ülke bunlardan sadece birine bile direnemeyebilirdi.
Dün Yenikapı'da teröre karşı büyük buluşmayı izlerken, o “ana omurga” meselesini yeniden düşündüm. Doğu'dan ve Güney'den gelen felaket rüzgarlarına karşı bir siyasi parti mücadelesi değil, bir Türkiye mücadelesi bu.
Kaybedersek, Doğu'da, Güney'de değil Batı'da kaybedeceğiz. İstanbul'u kaybedeceğiz. Belki de hesaplanan budur, kim bilir!
Zaman fili işgali direnme zamanıdır.
İbrahim Karagül/Yenisafak.